çınarcık, iznik (?), sapanca, d100 karayolu

18.09-19.09

Çarşamba sabah serin bir hava vardı, yinede sonuna kadar kullanmak gerekir balkonu, kahvaltımızı yaptıktan sonra Bihter'i metrobüse bırakmak için Kadıköy'e gittik. Moda'da bir çay içmeye karar verdik, çayımızı içerken bir anda Çınarcık'a gidelim oradan İznik, Sapanca falan yaparız dedim ve Sercan hemen kabul etti, programsızlığın bu kadarı artık, o kadar hızlı oldu ki her şey bir anda kendimizi Eskihisar'dan feribotata çay içerken bulduk.
Onur, feribottayız

Hemen Onur'u arayıp nispet yaptık, 2 aydır motosikleti tamirde sonunda kymco servisine parçalar gelmiş, tamire başlanmış ama o da ne şase yamukmuş ve yeni söylüyorlar bunu, aradan iki ay geçtikten sonra motosikletinin eskisi gibi olmayacağını öğrenmek kötü bir duygu olsa gerek. Feribot karaya doğru yaklaşırken kamyonların arasında egzoz dumanından canımız çıkıyor...

öhhöö öhhööö

Çınarcık'a çok yolumuz yok, zaten acelemiz de yok, hatta uykumuzu bile tam alamamışız o yüzden gayet yavaş gidiyoruz, hem gün batımını yakalarız diyoruz. Gün batımını yakalamak için yavaş gitmek, değişik bir bakış açısı, vapuru son anda yakaladığında dakikliğine sevinen adamla, umarsızlığına üzülen adamın farkı.

Dura dura gidiyoruz yol boyunca, çok yakmasa bile benzinden tasarruf yapıyoruz bir yandan, ertesi gün bol bol gezeriz planı dışında hala açıp bir google map yol dahi bakmıyoruz. Neyse ki gün batımı bizi beklemiş.




Doğal taşların bir araya gelmesinden oluşan bir koltuk görüyorum, akşam burada içmeliyiz diyorum, yerimiz belli, deniz dalgalarının taşları dövdüğü sahildeyiz.



Motosikletleri Sevgi Teyzenin evinin önüne bıraktıktan sonra sahile doğru elimizde siyah poşetlerle yol alıyoruz, az yol yapmamıza rağmen çok yorgunuz. Sercan'nın tatil günü sonuçta tüm haftanın yorgunluğu, benim kafamı kurcalayan ve bitmek bilmeyen sorunlar öbeği... tüm bu yorgunluk içinde kısa bir süre sadece yol çizgilerini seyretmek hafif bir rahatlama verse de beynin tüm yoğunluğu artık vücuda vurmuş.
Sabah uyanıp Sevgi Teyze'nin bizim için hazırladığı kahvaltıya oturuyoruz, çaylarımızı içiyoruz




Hemen sokakta kurulan bir pazar var ama pazarcılar bizden bile tembel saat sabah 10 olmuş daha 4-5 tezgah kurulmuş, herkes o kadar sakin hareket ediyor ki, hemen denizin karşısı İstanbul'a inat o kadar sakinler ki bizde bu sakinliğe ayak uydurup sakin sakin kahvaltının tadını çıkartıyoruz... ve tabii ki yola çıkarken yine haritaya bakmıyoruz... Termal üzerinden Yenimahlle, Safran üzerinden Bursa-Yalova yoluna bağlanıyoruz, Orhangazi'den önceki ilk sapaktan giriyoruz, sanıyorum ki orası İznik Gölüne çıkıyor, ama dön dön yok, sürekli bir tırmanış, yollar artık çakıllar ve koca çukurlarla dolu bir ara bir bakıyorum biz dağın tepesindeyiz, İznik gölü aşağıda kalmış, yolumuza razı geliyoruz ve devam ediyoruz...

göl aşağıda kalmış ya :)

Yola devam ettikçe yol daha da kötüleşiyor, benim ybr alışık böyle yollara zaten lastikleri yeni değiştirdiğim için hiç korkmadan özellikle en büyük çukurları seçiyormuşum gibi dalıp çıkıyorum çukurlara. sonunda bir yol ayrımına geliyoruz...


Artık cep telefonundan bize yol göstermesini istiyoruz ama çok geç çünkü bizi gri bir yerde gösteriyor o zaman soldan diyorum, duvar çıkacak değil ya karşımıza bir çıkış buluruz diyorum ama ne yazık ki yine bir sonuç yok. Yolun sonunda meteoroloji üssüyle karşılaşıyoruz...




Sercan yolun sonu var mı diye bakıyor evet yolun bir sonu var, başlangıçta olduğu kadar plansız olduğumuzu biliyoruz o yüzden az geride gördüğüm yoldan devam etmeye karar veriyoruz...


Evet bu yoldan gidersek kendimizi Kocaeli'ye yakın bir köye atabiliriz evet evet hissediyorum. Bir arkadaşım vardı şehir planlama okumuştu onun dediği bir laf geliyor aklıma hep böyle durumlarda. '' yolların tamamını insanlar oluşturur, eskiden yürüyerek dağların arasında oluşturdukları patikalar şu an kullandığımız asfalt yollar.'' Zaten dikkat ederseniz kestirme olsun diye geçilen bir yeşillik yol yıllar sonra arnavut kaldırımlarla döşenmiş bir kaldırım olabiliyor çoğunlukla.

 İyice tepelere çıkıyoruz, İznik gölünün üstü güneşli bizim üstümüzde kara bulutlar ve sis var...




Ve Sevgi Teyzenin hazırladığı yolluklarımızı bu güzellik içinde yedikten sonra yola kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yine taşlar, yine çukurlar. derken asfalta dönüyor dünya artık. Derken o da ne dön dolaş yine aynı yere geldik. Bursa-Yalova yolu, bir an duruyorum Sercan'la göz göze geliyoruz ve kaskın camından anladığım kadarıyla kahkaha atıyor, başka bir ihtimal vermiyorum, sonra hiç durmadan, ne yapalım, nasıl yapalım demeden Sapanca'ya doğru gidiyoruz, böylelikle körfezi dolanarak istanbul'a dönmeyi garantiliyoruz.


kendini çeken masum şehirliler
Sapanca'ya varıp göl kenarında biraz gezindikten sonra, sırtımızı dinlendiriyoruz ve artık dönüş yoluna düşmemiz gerek Sercan sabah erken kalkacak ve mecburiyetlerine devam edecek, beni bekleyen pek fazla bir şey olmasa da kursa yeteri kadar devamsızlık yaptığım için az da olsa tedirginim. İstanbul'a geldiğimizi anlamak çok uzun sürmüyor, şeridin dışına çıkaranlar, çekilmiyoruz diye korna çalanlar, sağ şeritte freni patlamışcasına arkamızdan gelen kamyonlar herkesin bildiği macera dolu istanbul trafiği...