Bol soğuklu Ankara gezisi


Aylaklık böyle bir şey...
İş beğenmezsin, cumartesi-pazar benim olsun diye diye oldu olacak cuma ile pazartesi de benim olsun dersin sonra günler geçtikçe salı ve çarşambaya da göz dikersin, eh kaldı perşembe o gün için de çeşitli tatiller devreye girebilir...
işsizliğimin üçüncü ayı, yok canım dört oldu, kimseyi kırmayalım beş olsun.. Hayır anne altı ay olmadı abartma.. Neyse sonuç olarak ülkemizde üniversite mezunu olup benim gibi işsiz olan çok insan var. Kardeşler bugünler içindir ve yıllarca bu yüzden katlanılır onlara...
2003 senesinde tatile götürdüm seni, asla unutma bunu :))
bayramdan beri uzun yol yapmıyordum ki en son Enis'le yaptığımız kuzey ege turundan sonra YBR ile uzun yol yapmamak için kendimle antlaşma imzalamıştım... sırt çantamı hazırladım ve o öylece durdu kapının yanında 3-4 gün kadar. sonra uzun uzun hava durumlarını inceledim sanki kar, yağmur beni caydıracakmış gibi kararımdan, en kötü kırık bir bacak, kullanılmaz halde bir motosiklet olacaktı elimde. Üşümek mi? Kışın bile bir tişört bir polar giyiyorum ben.. ee o zaman yola çıkalım dedik.. ihtiyacımız olan sadece benzin parası.. gerisi teferruat... 14 Ocak'ta yola çıktım...
hani sadece sırt çantanı alır çıkardın evden, motosiklet olunca öyle olmuyor işte...

içlik, pijama ve ucuza aldığım motosiklet pantolonu altımda, üstümde 3 kat tişört, polar, yağmurluk ve motosiklet montum yine ortalamaların altında. Şehir içinde kısa mesafe idare eden bir eldiven, polar kar maskesi ve içindeyken vuaaaaaahhhh diye sesler duyduğum kaskım...

gerekli kişilere telefon edilip yola çıkılır ve her zaman olduğu gibi 100km sonra ''ohaa yine yola çıktım'' diye bir şaşkınlık yaşanır kendimce.
Nallıhan'a gelmeden önce..

Hava soğudukça bir kat daha, bir kat daha. daha daha derken motosikletin üzerinde bir biblo gibi durduğumu fark etmem uzun sürmedi ki ankara'ya varmıştım. Yol boyunca en çok Nallıhan'dan sonra tedirgin oldum çünkü yollara artık çiğ düşmüş ve kristal gibi parlıyordu, her an o kristalleri toplayabilirdim.. Hatta bir-iki virajda gerçekten sağ bacağımı yerden aldığı kuvvetten ötürü kutlamadan edemedim.

çiğ düşmüş yollar...

Yaklaşık olarak 50km'de bir mola vermeye başlamıştım çünkü ellerimin serçe parmaklarını düşürdüğümü sanıyordum. Egsozun üzerine koyarak ısıttığım eldivenimin sol tekini yakmayı başarmıştım, artık sol elimin serçe parmağı daha önce düşüyordu...
serçe parmağımın ilk düştüğü yer...
                               
neredeyim ben yahu!
Beypazarı'ndan hemen sonra
Ankara'ya 50km kala halamı arayıp; bir, bilemedin iki saate gelirim dediğimde buralarda bir yerde konaklayacak bir yer bulabilir miyim diye kendime soruyordum...

Ve ankara'daydım Fuat'ın yeri dediğimiz mahalle birahanemizde Orhan Abiyle biralarımızı içiyorduk ve ben parmaklarımı hissetmiyordum, sanırım hissini kaybettim diye bir ara üzüldüysem de yedinci biradan sonra pek bir önemi kalmadı.

Neyse ki Ocak ayında olmamıza rağmen Mart ayındaymışcasına hava yaşanıyordu, Ankara'nın bir kuzeyine bir güneyine gittik durduk. Hatta Orhan Abi ile motosiklet üzerinde yağmura yakalandık ve arazinin ortasında çamurda slalomlar yaparak uzun bir süre gittik sonuç olarak eve dönerken ben yolda kaldım, aküyü şarj eden gülen yüzlü bir abi ile motosiklet üzerine uzun muhabbet ettik. Ertesi gün yıkatmaya götürdüğümde yaklaşık 47 dakika sonra çamurlarından arınmıştı.
Bu yağmurda temizlenmiş hali


Şu an askerde olan kadim dostum Bahadır'ı iki gün üst üste ziyaret edince komutanı yanlış anladı tabii.. Kendisini özlediğimi tekrar tekrar yazabilirim...
kaç yıl olmuş dedin? 
birlikte süremediğimize yanarım da yanarım...

Ankara günlerimin sonuna gelmeye başlamıştım ama hangi günün sabahı akşamdan kalma olmayacaktım da yola çıkacaktım..
neyse ki cuma günü 24 ocak'ta yola çıktım sabah 8 diye düşündüğüm hareket saati bir buçuk saat rötarlı da olsa..

Yalnız yolculuk yapmak kadar acıklı bir durum yok, kendi kendine konuşuyorsun, kendi kendine şarkı söylüyorsun, ağzıma takılan dizeleriyle ''bir gömlek diktirdim kolu düğmeli, düğmeli.. herkes kaderine boyun eğmeli eğmeli'' diye diye gidiyordum.. kah fotoğraf çekmek için kah ellerimi ısıtmak için kah sigara içmek için duruyordum..

beypazarı'na gelmeden hemen önce yalnızlık türküsü kıvamında bir ev..
arkadaşım sonradan hatırlattı ''keşke kapısına -benimle yaşar mısın- diye not bıraksaydım...

nallıhan, ben çizmedim sadece fotoğrafını çektim

nallıhan dolaylarından 


sırası kaymış ama burası beypazarı'na gelmeden önce

yine beypazarı öncesi


bolu'nun ''paralel'' yerlerinden biri

burası Ayaş'dan yaklaşık 50-60 km sonra bir fabrika..
evet o beyaz bulut gibi şey de doğaya saldıkları duman...

burası Akyazı'ya 60-70 km civarlarında bir yer

Yoldayken aklıma yarım bıraktığım kitaplar geldi, yolculuğu yarım bırakmak nasıl olurdu acaba.. ''düşünsene'' dedim ''yeter artık gitmiyorum'' dedikten sonra o an orada yaşamaya başlıyorsun, neresi, Nallıhan'nın bir köyü olabilir aslında..
mesela?

Ankara'ya giderken mola verdiğim ve bana çay ısmarladıkları yere gidip bir şeyler yemeye karar verdim tabii ki yemeği de ısmarlamalarını beklemiyorum ama benim gezilerimin şöyle bir garipliği var nerede ne yenir, nerenin hangi yöresel yemeği meşhur bunları bilemiyorum ve pek önemsemiyorum da aslında besin olsun, kan şekerim düşmesin yeter...


Orada da motosiklet üzerine uzun muhabbetler yapıyoruz, Kenan Sofuoğlu üzerine konuşuyoruz çünkü yer Akyazı..
Tabii Sofuoğlu'nun çıktığı yerde iki kaza atlatmam hayatın bir cilvesi olsa gerek.. yolu diklemesine geçmek isteyen kamyonetin sol arka tekerleğinin kırık jant kapağına odaklanmışken ''nereye bakarsan oraya gidersin'' diyorum ve bakışlarımı kaldırıyorum, dorsesini sıyırıyor dizim. Beni fark eden diğer araç neyse ki yavaşladığından rahatlıkla şerit değiştirebildim, ha o da yavaşlamasa jant kapağının yarısını da ben alabilirdim..

neyse ki yeterli oksijeni almıştım...
neyse yolumuz sonunda istanbul'a varıyor da kurye olduğumuzu ve iğne deliğinden geçebileceğimizi düşünen tanıdık şöförlerle karşılaşıyoruz (çoğu kurye benim gözümde usta sürücülerdir). İstanbul trafiğini seviyorum kendimi cambaz gibi hissediyorum çünkü...

eve varır varmaz önce kedime sarılıyorum tabii o beni pek sallamıyor ama olsun, sonra iki bira kapıyorum köşede ki tekelden ve hemen fotoğrafları paylaşıyorum, bloğumu yazıyorum! neden? aslında sadece insanların canı çeksin ve motosiklete atlasın diye.. eh biraz da neler yaptığımı göstermem lazım yoksa çatlarım durumu vardır herhalde neyse o durum benle-benim aramda :)

beni sallamayan kedim summer...
yolumuz budur bu arada...