Tam 9 sene sonra, çadırın hangi cehennemde olduğundan bile bir haber olan bana, Onur gelip hafta sonu kamp yapalım mı demesiyle çadır saklandığı yerden çıkar fakat işin değişik olan tarafı şudur ki kardeşim o hafta Olimpos'a gidecektir ve çadıra ihtiyacı vardır. yani tam 9 sene önce Olimpos'ta kapanan çadır yine Olimpos'ta açılmış olur...
Biz dinledik mi harbi rock dinleriz
|
Onur'a benzin alıp, kendini çeken masum şehirliler olalım dedik (selfie) |
Gidişi köy yollarından yapmaya karar vermiştik, sonuçta eve dönüşü ben pek sevemiyorum, D-100 karayolunun abidik hızıyla yapar bir an önce dönüşü bitirmiş olurduk. Köy yollarının arasında Ağva'ya kadar bildiğimiz virajlarla iyice kendimize gelip ısınıyoruz yola.
Mola vermeden gidiyoruz ama böyle olunca fotoğraf çekemiyoruz, yani sadece sürüyoruz... Ağva'dan sonra 4 tane şehirler arası otobüs daracık virajlarda gitmeye çabalıyor arkalarında 9-10 arabalık bir konvoy oluşturmuşlar ben biraz riske atarak '' yeteri kadar egsoz dumanı çektiğimi düşünerek'' başlıyorum sollamaya. Onur biraz daha temkinli kullandığından dolayı benim çok arkamda kalıyor ama inat bu ya beklersem o otobüsler önüme geçer diye beklemeden gidiyorum, yavaşlıyorum yavaşlıyourum aynada bir türlü göremiyorum Onur'u. Durduğum da 11 cevapsız arama görüyorum. Onur bir önceki sapaktan girmiş, durmuş geri dönmüş, 7-8 km geride kalan bir köyde beklemiş o esnada mondial mt 125'i ile İzmir'den çıkıp kıyı kıyı dolanarak Kars'a giden 50'li yaşlarda bir adamla tanışmış, biz kulağımızda kulak tıkaçlarıyla giderken adam çenesi açık kaskıyla üzerinde motosiklet montu bile olmadan, sadece bir çadır bir sırt çantasıyla.
Onur'u bekleme selfiesi |
Neyse sonunda Onur'la buluşuyoruz 14 km nasıl bensiz sürersin diye biraz azar işittikten sonra yola tekrar koyuluyoruz. Ben yazlık ceket giydiğim için yolun bu bölümünde üşümeye başlıyorum bir yandan da artık köylerin arası daha da azalıyor, sürekli yerleşim yerleri içinden geçiyoruz, hızımız iyice düşüyor ve aksi gibi zaman hızla geçiyor.
Buralarda yol kenarındaki araziler girilemeyecek durumda çünkü dikenli tellerle çevrelenmiş her yer mülklenilmiş, durup bir mola dahi veremeyecek miyiz ne saçmalık bu diye söyleniyoruz, en sonunda ayak üstü yol kenarında durup açlıktan büzüşen midemize evden aldığımız sarma dolma ve keklerle biraz kandırıyoruz ama zaman geçtikçe hala bir yer bulup yemek molası veremiyoruz derken ehh yeter diyip bir toprak yola giriyorum burada yiyelim yollukları ama ceset ve tezek kokuları eşliğinde yiyebiliyoruz.. oradan 200 metre sonra piknik alanı varmış tabii.
Manzara çok güzel ama kokular pek değil |
Virajlar harika, yazlık ceketle çıkılmayacak kadar serindi hava ama yine de keyifli, bir ara elcik ısıtmayı bile açtım.. Yorgunluk belirtileri başlıyor, göz kapakları ağırlaşıyor Onur'un nasıl yorulduğunu dönüş yolunda yaptığı bu yorumla anlatayım ''gelirken de bu yollardan mı geçtik''
Yine bir şehirler arası otobüs küçücük virajlarda hızımızı 30-40 km'ye kadar düşürüp canımızı sıkmakla kalmayı ciğerimize egsoz dumanı dolduruyor. Derken o virajlar son virajlarımızmış Akçakoca'dayız
İnternetten baktığım bir kamp alanı vardı Tezel Camping, şehir içinde diye orayı arıyoruz, yorumlarda çok güzeldi ama öğreniyoruz ki Akçakoca ile ilgili tüm yorumlar tamamen kandırmaca. Sezon dışında restoran olarak çalışan bir yerin bahçesi, gece olunca eller havaya meyhane havasında oluyormuş. çadırı kurup umduğunu bulamayan insancıklar olarak Akçakoca içinde yürümeye başlıyoruz, basit bir tatil beldesi. ama bir ege kasabası değil hatta en kötü ege köyüne değişemem, öyle bir havası var, uzun süre yürüdükten sonra hafif salaş bir balıkçıya giriyoruz ama pek de salaş olmadığını kocaman bilboardlarda reklamlarını görünce anlıyoruz, üstelik alkolde yok..
Çadıra döndüğümüzde mekanda ki herkes sarhoş olmuş kahkahalar havada uçuşuyor o zaman bizde bira içelim diyoruz ve bir tuborg içicisi olarak efes'e 10 lira vererek kendimi yılın enayisi ilan ediyorum. telefonları şarja takıp birer bira içtikten sonra çadıra geçiyoruz, öyle yorgunuz ki daha kem küm demeden uyumuş oluyoruz..
Sabah kahvaltı yapacak bir yer bulamayınca ben yine olası gerginliklerimi yaşıyorum, büyülü bir yer, girdap gibi bir yer sanki Akçakoca dönüp duruyoruz bir türlü gitmek istediğimiz yere gidemiyor gibiyiz ve kahvaltıyı saçma sapan bir pastanede yapıp ''Bir daha gelirsem lan!'' diye söylenip tapagaz uzaklaşmak istiyoruz. Onur'u bir gece daha kamp için kandırma çabalarım sonuçsuz kaldı, Sapanca, İznik, peki ya Abant falan derken, eh iyi senle mi uğraşıcam diyorum.
olmazsa olmaz |
Sabah uyandığımda manzaramız |
Dönüş yolunda internette acayip güzel diye yorumlanmış yerleri gezelim bari bir şans daha verelim belki sevebiliriz Akçakoca'yı.. Ceneviz Kalesi, tam bir fiyasko oluyor,Tahirli şelalesine gidiyoruz, internette Aktaş Şelalesine gidin diyorlardı ama Tahirli Şelalesinin oradaki kadın demez mi burası Aktaş'dan daha güzel..
Ceneviz Kalesi (1200 lü yıllardan kalma ve bir hayli umursanmayan kale)
|
Bu kadar söyleniyorum, yok böyle kötü, yok böyle beğenmedim, armutun sapı, üzümün çöpü ama yolları inanılmaz keyifli, bizim gibi iki yeşil görünce gölgesine oturan şehirliler için o kadar çok yeşil görmek bünyede ters etki yapmış da olabilir.
Fakıllı mağarasını bulamadık, tek bir tabela gördük bir daha tabela falan yoktu sonra Hemşinler camii'ne de bakalım dedik, girdik 4 km içeriye yeni bir cami gördüm önce o sandım yok artık diye üzülürken ileride tabelasını gördüm.
Hemşin Camisi, 150 yıllık, taş yapılı alt kat ve tahta asma katlı, olan tarihi bir yapı |
Dönüşte Sakarya'ya doğru D-100 üzerinden Sapanca'ya uğramak istedik bir an ama Ferizli'de kara bulutların altından geçiyoruz çok ıslanmadan ilk tesiste durup uzun bir mola veriyoruz. Bu arada İstanbul'da motosiklet kullanmaktan daha zor olanı 54 plakalı araç sahiplerinin bizi öldürmek istemeleri, 80km hızla giderken sanki biz yokmuşuz orada gibi önümüze kırmalar, sıkıştırmalar, tali yoldan anayola fırlamalar.
Onur çantaların yağmurluğunu takana kadar yağmur dindi |
Ferizli'den sonra ha orada ha bura derken Hereke'ye kadar mola vermeden geliyoruz. baya bir yormuşuz kendimizi, hereke'de kahvemizi içerken anlıyoruz
Bu fabrikanın fotoğrafını her geçtiğimde çekmek istemiştim |
ve istanbul sınırları, topcasein içine kadar giren tofaş, refüje sıkıştıran siyah bmw, sinyal vermeden en soldan sağdaki sapağa giren kamyonet... motosiklet sürücüsü değil birer cambazız bizler...
Bu arada köy yollarını çok seviyorum ama o köylerdeki köpeklerin halleri içler acısı, her köyde en az bir tane köpeği kovalayan, taş adam bir insan evladı gördüm, bacağı sakat, çok zayıf, işkence görmüş halde, üstü başı boyanmış... gerçekten çok can sıkıcı bir durumdu. sanırım uzun süre köy yolu kullanmayabilirim sırf bu yüzden
Rotamız.
Rotamız.
Ayrıca ''Şuursuz Tatilciler'' ismini 2005'de ki 13 günlük tatilde kendimizle dalga geçmek için söylerdik, ha bu arada çadırın hikayesini de çok benimsedik ve bu sefer bilinçli olarak 9 yıl sonra açmaya karar verdik :)
Bu arada selfie selfie demişken...