bu köfteler bir harika dostum...

   Biliyorum çokta mühim değil benim gezi yapmış olmam hele ki klasik yerlere giderek farklı bir yol bulmaya çalışmadan ama aylardır ev-iş arası ya da ev-kadıköy arası sürmekten başka bir şekilde kullanmadım motosikletimi. Canım o kadar çok istiyor ki sağa sola gidip, çadırı bir ormanın içine kurup geceleri korkunç kuş sesleri, nereden geldiği belli olmayan dom dom sesleri... Bayram tatilini evde yatarak geçiren ve bir yılda mondial royel 100cc'den, tvs apache'ye daha sonra sym wolf ve en sonunda honda crf 250L'ye geçen mert'i bir türlü yollara düşürememenin verdiği yenilmişlik duygusu...
   Sercan YBR'yi sattıktan sonra Mert'in Sym Wolf'üne geçiş yaptı, şehir içinde yılan gibi, o yüzden Esenyurt'tan buralara gelebiliyor Şile yollarına düşmek için. Ben Durugöl mü yapsak diyene kadar Atalar'a geldi bile. Hemen ayak üstü sırt çantama plastik buz kalıplarını ve 1 adet lastik tamir kitini attıktan sonra yanlarına iniyorum...


   Değişik bir üçlü... Yıllardır hayalini kurup motosikletimiz olduğunda bir türlü zaman ayıramadığımız gezimize ne yazık ki Onur katılamıyor, Barselona gezisi yormuş bizim çocukları :)
  Kısa bir bilgilendirmeden sonra gezimize devam edelim..

  Her zaman gittiğimiz köy yollarından gidiyoruz tabii ki, Kurtköy'e Aydos dağ yolundan giriyoruz, oradan Formula pistini geçerek Göçbeyli'den köfte ve içeceklerimizi alıyoruz...
Mert, - abi mangal yapacaksak ızgara falan alalım
Ben, - aa doğru bak aklıma gelmedi, domates, biber alalım bir de
Sercan, -Şu sucukları da aldım...

  Kısa bir alışverişten sonra, çünkü bol bol eksiğimiz var -ıslak mendil, peçete..-, aklımda bir kaç yer var oralara bakıyoruz Oruçoğlu, Ulupelit civarlarında... İnsanlar azda olsa, aileleri kalabalık olduğu için baya kalabalık olmuş tabii, en güzel yerlere oturmuşlar bile... Eee Mert hünerlerini konuştur gir şu aralara bak bakalım sym'nin geçeceği yerler var mı? Mert yeni gıcır gıcır kros motoruna kıyamıyor ben YBR'yi bırakıyorum araziye, alışık ne de olsa taşa, toprağa...





Bir ara izinsiz girilmez tabelası görüp heyecanlandım, maden arama arazisi diyordu neyse ki Mert yetişti ''yol kötü, Sercan giremiyor bu yola'' diye uyardı geri döndük meğer sercan bizim nereye girdiğimizi görmemiş yoksa acımazdı motora böyle bir yol görünce...

  Ve sonunda uygun bir yer buluyoruz ve hemen işleme başlıyoruz, acıktık tabii...




   Daha önce ateş yakılmış bir yer bulduk ve taşları bir araya getirip kuru dalları 5 dakikada yaktıktan sonra 5 dakikada köfteleri pişirip, 3 dakikada mideye indirdik. bakmadan alınan sucukların üzerinde kanatlı hayvan eti ve dana yağı yazdığını ilk ısırıktan sonra ''bu ne yaa'' diyerek ben bakıyorum ve yiyemeden bırakıyoruz... sucuk diye satılan saçma sapan kırmızı bir şey...
   Biraz uzanıp dinleniyoruz, o sırada telefonun çekmediği bir yer bulamadığım için kendime kızıyorum çünkü mert yine telefona odaklanıyor neyse bir kaç motosiklet vidyosu izliyoruz kurtuluyoruz telefondan...



    Artık dönüş yoluna geçelim, Onur'a uğrayıp kanını kaynatıp, canını çektireceğiz daha... Hava kararmadan çıkalım yoksa yolda ki çukurlar bizim haşatımızı çıkartır diyoruz.








     Çay, kahve derken bir anda hadi giyinin Caddebostan'a diyoruz ve saate bile bakmadan çıkıyoruz. Güle oynaya gidiyoruz. Ne zamandır bu kadar uzun süre sürmediğim için yorgunluk belirtileri çıkıyor yavaş yavaş.


Eve anca gece 2 de varıyorum ve nereye yattığımı bilmeden uyuyorum... Biz eve varana kadar Sercan'nın evine gitmiş olması biraz kafa karıştırıcı tabii...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder